1 Ekim 2013 Salı

ŞİİRLERLE YAŞAMAK


“Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
…....
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok gün doğumunu  izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim birçok yere giderdim.
…….
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar…
…….
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer…”

        Borges, “Anlar” şiiriyle gerçek bir “henüz hayattayken yapılması gerekenler” listesi sunduktan sonra bizlere, şu sarsıcı kelimelerle bitirir şiirini:

 “Ama işte 85'imdeyim ve biliyorum:
  ÖLÜYORUM...”

        Ayaklarımızın önüne “orada olduğunu hep bildiğimiz; lakin –işlerimizden dolayı- bir türlü gidemediğimiz” bir dünyaya giden yolları çizmekle kalmayıp bir de elimizden tuttuğu gibi bizi dağlarda, kırlarda dolaştıran, nehirlerde yüzdüren, güneşin doğuşuyla buluşturup doğanın her gün yeniden canlanışını izlerken yaşadığımızı hissettiren bu şiirin son dizesi bizi sarsıcı bir gerçekle rüyadan uyandırır. Kalakalırız son kelimenin ciddiyetiyle… Sonra bir telaş belki ve ardından hâlâ yaşıyor olmanın, “yeniden başlayabilme” imkânına sahip olmanın mutluluğu rahatlatır içimizi ve belki bu rahatlamanın ardından kronik “erteleme” hastalığımız sarar benliğimizi. Bunu bilen başka bir şairin* dizeleri bakın nasıl seslenir yüreğimize:

“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına;
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.

      İşte bu yüzden saatlerimizi hep sonraki günlere kurmadan, ömrümüzü sarıp sarmalayıp “sonra kullanmak üzere” bir sandığa koymadan:

 “İnsan balıklama dalmalı içine hayatın / Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına…”

      Ne de olsa:

 “Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya”

      O zaman “bizi rüyadan uyandıracak, “kalakaldıracak”  diye korkacağımız  “ciddi son”lar da hiç olmayacak.

     Hemen başlamak için yaşamaya, bir başka şairimizin** sesine kulak verelim:

“Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin. Oh! Ne güzel yine uyandım, diye sevin.
Pencereni aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin...
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin...
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart,
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine,
Bak güzelim kahvaltının keyfine.
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin…
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla;,
Oh! Şöyle bir hafifle,
Bir güzel kahve ısmarla kendine,
Seni mutlu eden sesi duymak için "alo" de
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa,
Çocuk görürsen yanağından makas al.
Sonra, şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı,
Sen çok darda iken kimler seni ferahlattı,
Hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı? 
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor.
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak,
Yüzünde güller açtıracak.
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun...
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun.
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden âlâ misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil,
Vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyfe keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,
Eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının...
Gece evinde, dostların olsun
Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun...
Arkadaşım,
Hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illaki sağlık olsun!”

     Bunun üzerine söze var mı gerek,  bunları okumakla kalmayıp uygulamak gerek!..  J

*Ataol Behramoğlu:“Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var”

** Can Yücel