“Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
…....
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok gün doğumunu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim birçok yere giderdim.
…….
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar…
…….
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer…”
Borges,
“Anlar” şiiriyle gerçek bir “henüz
hayattayken yapılması gerekenler” listesi sunduktan sonra bizlere, şu
sarsıcı kelimelerle bitirir şiirini:
“Ama işte 85'imdeyim ve biliyorum:
ÖLÜYORUM...”
Ayaklarımızın
önüne “orada olduğunu hep bildiğimiz; lakin –işlerimizden dolayı- bir türlü
gidemediğimiz” bir dünyaya giden yolları çizmekle kalmayıp bir de elimizden
tuttuğu gibi bizi dağlarda, kırlarda dolaştıran, nehirlerde yüzdüren, güneşin
doğuşuyla buluşturup doğanın her gün yeniden canlanışını izlerken yaşadığımızı
hissettiren bu şiirin son dizesi bizi sarsıcı bir gerçekle rüyadan uyandırır.
Kalakalırız son kelimenin ciddiyetiyle… Sonra bir telaş belki ve ardından hâlâ
yaşıyor olmanın, “yeniden başlayabilme” imkânına sahip olmanın mutluluğu
rahatlatır içimizi ve belki bu rahatlamanın ardından kronik “erteleme” hastalığımız
sarar benliğimizi. Bunu bilen başka bir şairin* dizeleri bakın nasıl seslenir
yüreğimize:
“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir
şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına;
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına;
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.
İşte bu yüzden saatlerimizi hep sonraki
günlere kurmadan, ömrümüzü sarıp sarmalayıp “sonra kullanmak üzere” bir sandığa
koymadan:
“İnsan balıklama
dalmalı içine hayatın / Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına…”
Ne de olsa:
“Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya”
Kopmaz kökler salmaktır oraya”
O zaman “bizi rüyadan uyandıracak, “kalakaldıracak”
diye korkacağımız “ciddi son”lar da hiç olmayacak.
Hemen başlamak için yaşamaya, bir başka
şairimizin** sesine kulak verelim:
“Öyle sabah uyanır uyanmaz
yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun
saatin.
Kedi gibi gerin. Oh! Ne güzel
yine uyandım, diye sevin.
Pencereni aç, yağmur da olsa,
fırtına da olsa nefes al derin derin...
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka
yüzünü serin serin...
Geceden hazır olsun, yarın ne
giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir
dilim ekmek kızart,
Çek kızarmış ekmek kokusunu
içine,
Bak güzelim kahvaltının keyfine.
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun
mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki
siluetin…
Çık evinden neşeyle, karşına ilk
çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden,
önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar
işin varsa hepsini tamamla;,
Oh! Şöyle bir hafifle,
Bir güzel kahve ısmarla kendine,
Seni mutlu eden sesi duymak için
"alo" de
Hiç işin olmasa da öğle üzeri
dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa
ısın, hatta üşü hava soğuksa...
Yürü, yürürken sağa sola bak,
öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla, köpek
görürsen okşa,
Çocuk görürsen yanağından makas
al.
Sonra, şöyle bir düşün, kimler
sana yol açtı,
Sen çok darda iken kimler seni
ferahlattı,
Hani kapını kimsenin çalmadığı
günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın
onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra,
arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun
diye değil, kucaklar gibi sor.
Bu sadece onların değil, senin de
yüreğini ısıtacak,
Yüzünde güller açtıracak.
Günün güzeldi değil mi? Akşamın
da güzel olsun...
Yemeğin ne olursa olsun, masanda
illaki kumaş örtü olsun.
Saklama tabakları, bardakları
misafire
Sizden âlâ misafir mi var bu
dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle
acele acele değil,
Vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyfe keyif katar gibi,
lezzete lezzet katar gibi,
Eksik bıraktıklarını tamamlar
gibi tadına var akşamının...
Gece evinde, dostların olsun
Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun...
Arkadaşım,
Hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illaki sağlık
olsun!”
Bunun üzerine söze var mı gerek, bunları okumakla kalmayıp uygulamak
gerek!.. J
*Ataol Behramoğlu:“Yaşadıklarımdan
Öğrendiğim Bir Şey Var”
** Can Yücel