(Birazdan okuyacağınız öykü, Yaratıcı Çocuklar Derneği,
Geleceğin Yazarları Yarışması,
Kapkaranlık bir
sığınaktan yazıyorum bu satırları, hayatım gibi kapkaranlık bu sığınakta… Burası
evimizden sonra ailemle kalabileceğimiz tek yer, bir zamanlar sıcak bir yuva
iken şimdi terk edilmiş, unutulmuş, taştan örme, eski bir ev. Dışarıdan top ve
tüfeklerin sesleri geliyor, savaş sürüyor… Sen geliyorsun aklıma, seni
özlüyorum. Söz vermiştin ya hani geleceğine. Gelecektin, birlikte hayalini
kurduğumuz gibi çiçekleri koklayacaktık, yürüyüşler yapacaktık. Arkadaşlarımla
tanıştıracaktım seni. Şimdi, şimdi ise arkadaşlarıma ne oldu, onu bile
bilmiyorum… Belki onlar da eziyet görüp hayatını kaybeden çocuklar arasındalar,
belki onlar da benim gibi korkarak saklanıyorlar birer sığınakta…
Geceler boyu top
ve tüfek seslerini dinlerken korkarak düşündüğüm daha bir sürü şey var. Babam
yardım ve yiyecek bulmak amacıyla civarı dolaşmaya çıktı. Üç gündür ondan haber
alamıyoruz. Annem ise artık çok yorgun düştü. Bana bakıyor kedimizle uğraşıyor
ve babamı düşünüyor. Bana gelince, hiçbir şey yapamamanın verdiği acizlikle, oturup
sadece düşünüyorum... Ya oturup hayal kuruyorum ya da böyle sevdiklerimi
düşünüyorum. Ama en çok sevdiklerimin içinde yer aldığı mutlu hayaller kurmayı
seviyorum bu sığınakta.
Çiçekleri ne çok
koklardım eskiden, bilirdim her birinin kokusunu. Ama şimdi unuttum bu savaş
yüzünden hepsinin kokusunu. Zaten tahminimce unutmuşlardır onlar da gerçek
kokularını artık; is, toz, barut ve kan kokuyorlardır.
Bu savaş etraftan en güzel kokuları bile alıp götürdü. Yeni yeni
oyuncaklarım olduğunu düşünüyorum bazen. Şimdi oyuncağım yok ama nasıl
yapıldıklarını bilirim. Sığınağımızda mermi kovanları, savaş kalıntılarından yaptığım
minik, bazısı tuhaf oyuncaklarım var. Bazen de etrafımı incelerim: Eskiden
oyunlar oynarken duvarlara çizdiğimiz resimlerin üzerinde şimdi yer alan kurşun
delikleri hep gözüme takılır sığınağımızda…
Geçenlerde
annemden gizlice dışarı çıktım. Yerdeki kurşunlar, kırılmış kovan parçaları
çıplak ayaklarımı acıtıyordu. Etrafta o anlık hiçbir asker ve çatışma yoktu. Birden
yerde kurşunların arasında kalmış sarı bir şey gördüm. Eğildim dikkatlice,
minik bir papatyaydı bu!.. Bu kurşun parçalarının arasında yetişmiş
mucize bir papatya!.. Küçüklüğümden beri delicesine tutkundum papatyalara, o
kokularına. Hemen elime aldım papatyayı kokladım, kokladım. İnanamıyordum!
Papatya benim düşündüğüm gibi kan, is, toz veya barut kokmuyordu. Aksine hâlâ o
kadar güzel kokuyordu ki bu koku beni başka diyarlara götürdü: Etrafımdaki
insanların hepsi sevecendi, mutluydu, ailecek birlikte gülüp eğleniyordu yeşil
çimenler üzerinde, gökyüzünün maviliğinde. Acımasızlık, korku, ayrılık, gözyaşı
yoktu yeryüzünde… Yoluma devam ederken bu hayallerle, karşımda omzunda tüfeği
ile birden gördüğüm beni gerçeğe döndürdü. Tüfeği ile vuracağı yeri nişan
alıyordu. Beni görünce yüzünde sert bir ifadeyle önünden çıkmamı işaret etti. O
anda beni öldürebilirdi. Yapmadı. Benim korkudan titreye titreye kaçmam
gerekirdi ama ikisi de olmadı. Bir anda askerin tüfeğinin namlusunun ucuna
elimdeki papatyayı yerleştirdim ve olanca hızımla kaçarak oradan uzaklaştım. Bunun yapmaya
nasıl cesaret ettiğimi bilmiyordum ama yapmıştım. O küçücük papatya içimde
büyük kıvılcımlar yaratmış, adeta bana savaşa karşı çıkmam için bir mesaj
vermişti.
Senin
geldiğin günü hatırlıyorum bazen. Yaralıydım, bana şefkatle yaklaşmış
yaralarımı sarıp benimle dertleşmiştin. Giderken bir şey söylemiştin,
hâlâ kulaklarımda çınlıyor: ''Mutlaka geleceğim seni görmeye, mutlaka,
ikimizden birine bir şey olmadan önce seni en azından bir kez daha göreceğim.''
Şimdi neredesin
peki? Hani gelecektin ne oldu? Unuttun mu yoksa beni? Dilerim iyisindir, sana
bir şey olmamıştır. İkimizden birine bir şey olmadan demiştin ya hani, işte
ben… Ben bu savaş yüzünden ölmek istemiyorum. Umarım beni hiç unutmazsın, ben
seni ölene kadar kalbimde yaşatacağım. Sen benim kurtarıcı meleğimdin... Lütfen
ülkende savaşa karşı bir şeyler yap. Bu savaş denilen
katliama engel ol. Beni bir daha göremesen bile benim
hayallerimi gerçekleştir. İnsanların kalplerinde barış için bir umut ol.
Hiroşima'dan seni seven kız: Yumi...
25 yaşımda genç bir doktorken almıştım bu mektubu, bundan tam 25 yıl önce. Öyle etkilenmiştim ki, mektubu okuduktan sonra bir süre olduğum yerde kalakalmıştım. Bu mektuptan iki sene önce, o zamanlar Hiroşima’daki savaş vardı, yaralıları iyileştirmek için gönüllü olarak gitmiştim Hiroşima'ya. Hastane gibi kurulmuş çadırlardan birinde tanışmıştım Yumi’yle. “Adım, ‘güzel, güzellik’ anlamlarına geliyor, ben de ismime uygun davranmaya çalışırım her zaman.” demişti gülümseyerek. Korunmasız, korkulu ama ışıklı gözlerle bakmıştı bana. O gözleriyle ta içime işlemiş, kalbimde ayrı bir yer açmıştı Yumi. Ben oradan dönmek üzereyken barış sağlanmak üzereydi, ama nasılsa olmamıştı işte, anlaşmazlık çıkmış, savaş devam etmişti.
Türkiye'ye geldiğimde
1 ay boyunca hep düşündüm Yumi'yi, onun gibi tüm masum yürekleri. Bir defa daha savaş ortasında
kalmamaları için dua ettim. Ancak zaman geçtikçe, başlayan sınav yoğunluğumun,
ödevlerimin, boş zamanlarımda geri çeviremediğim arkadaş eğlencelerinin de
etkisiyle daha az düşünür oldum içinden yeni çıktığım savaş ortamını ve o
ortamda yaşamaya çalışanları. Yumi'nin
yanına gidemedim, hatta o bir aydan sonra Yumi'yi, yaşadıklarını unutmuş
gibiydim. Ta ki bu mektup gelene kadar. Bu mektubu aldıktan sonra içimde büyük
bir pişmanlık duygusu oluşmuştu. Nasıl gidemedim diye düşünüyordum kendi
kendime. Belki bir daha Yumi'yi göremeyecektim. Belki o savaş ortasında ona bir
şey olmuştu bile… Bunları düşündükçe kendime kızgınlığım artıyordu, onu nasıl
böyle ihmal ettiğime, bu duyarsızlığıma hâlâ inanamıyordum. Düşündüm ve sonunda
kesin kararımı verdim: Yumi'nin -belki de son isteğini- bir şekilde yerine
getirmek için elimden geleni yapacaktım.
Artık
hayatımın geri kalan kısmında kendi ülkemde ve dünyada savaşın hiç
başlamaması, insanlar arasında daima barış olması için çalışıp didinecektim. Bu
zorlu ve hiç bilmediğim yola kendimi adayacaktım.
İki sene boyunca barışın önemini çeşitli yollarla insanlara
aşılamaya çalıştım. İlgili yerlerle görüşüp kapı kapı dolaşarak “barış” için
insanların imzalarını topladım. Kimisi, anlattıklarımı
dikkate alıp yaşadıklarımı dinlerken gözleri dolu dolu imzaladı elimdeki kâğıdı.
Kimi bakmaya bile zahmet etmeyip bu dünyayı kurtaracak bir ben miyim, mantığıyla kapıyı suratıma
çarptı. Sonraları bu proje çalışmalarımla bir kuruluştan bir ödül bile aldım.
Galiba yavaş yavaş da olsa barışın önemi ve gerekliliği dalga dalga dağılıyordu
insanlara. Bunu gördükçe daha bir umutla bakıyordum etrafıma, insanlara ayrı
bir sevgi duymaya başlıyordum. Ama barış yolunda hâlâ çok küçük bir adımdı
benimkisi, barışın sesini daha çok duyurmak, barışı tamamen getirmek istiyordum bu dünyaya. Bir yandan da
aklım Yumi'deydi, ne ses vardı, ondan ne seda... Ben de bir mektup yazmayı
ihmal etmemiştim ona. Mektupta tüm yaptıklarımı anlatmıştım ama hâlâ bir cevap
yazmamıştı bana. Eğer kötü bir şey olmadıysa mutlaka cevap yazar; kendisinden, çevresinden
haberler verirdi. Endişelerim artıyordu. Projelerle ilgilenirken dikkatim sürekli
dağılıyor dalıp dalıp gidiyordum. Ve bir gün… O gün yine sabah erkenden
uyanmıştım. Dünya barışı ile ilgili ortak bir proje yürüttüğümüz derneğin
konferans salonunda konuyla ilgili insanları bilgilendirecek, onların bu
projeye desteklerini sağlayacak bir konuşma yapacaktım. Ama tam olarak bunu nasıl yapacağımı
bilemiyor, konuşma metinleri, sunular hazırlıyor, beğenmeyip siliyordum. Bu seferki
konuşma hepsinden daha önemliydi, oradaki tüm insanları gönülden
etkilemeliydim. İşte o sırada kapı çalmıştı. Gelen bir kuryeydi, elindeki zarfı
bana uzatmıştı. Heyecanlanmıştım, bir mektuptu bu. Mektubun kimden geldiğine
bakarken kalbim yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Ellerimin titremesini
durduramıyordum. Beklediğim mektup muydu bu, beklediğim iyi haberleri mi
getirmişti? Aksini düşünmek istemiyordum. Ani bir hareketle zarfı çevirip
mektubun kimden geldiğine bakıverdim ve tahmin etmiş olmama rağmen
şaşkınlıktan donup kaldım. Yanılmamıştım, mektup Yumi'den gelmişti.
“Sana ne
kadardır mektup yazamıyordum benim kurtarıcı meleğim…
Senden gelen
mektubu aldım. Anlattıklarınla çok mutlu oldum. Maalesef ki sanırım bu sana
gönderebileceğim son mektubum. Buradan, savaştan, senin ülkene kaçabilen
insanlar aracılığıyla gönderebildim bu mektubumu da. Biz kaçamadık… Babam
askerlerden birinin rastgele attığı bir kurşunla can verdi, annem artık çok
hasta. Hiçbir şey yapamıyor, yerinden bile kalkamıyor. Bu sığınakta savaşın bitmesini beklemekten
başka çaremiz yok. Savaş şiddetini artırdı, ölen ve yaralanan çok fazla…
Belki de bu sığınaktan hiç
çıkamayacağız. Umutlarımız tükeniyor… Biliyor musun, sanırım barışla birlikte
sevgi, huzur, insanlık, insanca yaşamak da bizim topraklarımızı tamamen terk
etti. Ümit ettiğim tek şey sana mektubumda yazdığım gibi barışın önemini en
azından kendi ülkendeki insanlara aşılaman. Çünkü artık savaşlar yüzünden
başka çocukların ve insanların canının yanmasını istemiyorum. Ben sana
güveniyorum.... Geçenlerde bir rüya gördüm. Kimi gördün, diye sorarsan seni
gördüm. Benim ülkemde savaş bitmişti… İnsanlar birbirleriyle kardeş gibi
yaşıyorlardı. Sen beni görmeye gelmiştin. Kendi ülkende yaptıklarını
anlatıyordun bana. Gözlerimin içine bakarak: En büyük hayalini gerçekleştirdim
Yumi, dünyada barışı sağladım, diyordun. Bu bir rüyaydı biliyorum ama sence gerçek olma
ihtimali hiç yok mu?..”
Mektubu okumayı bitirdiğimde salon derin bir sessizliğe
gömülmüştü. Gözlerimi satırlardan kaldırıp insanların yüzlerinde yavaş yavaş gezdirdim. Birkaç saniyelik bir sessizlik daha ve ardından
hiç dinmeyen alkışlar, ağlayanlar… O an Yumi yanımdaydı ve o alkışların
hepsi zaten onaydı....
Evet, konferansta Yumi'nin mektubunu okumuştum ve bu
mektup oradaki tüm insanları derinden etkilemişti. Hatta öyle çok etkilemişti ki barış
için ellerinden ne geliyorsa yapacaklarına söz vermişlerdi
orada. Sözlerini bazıları tuttu da. Birkaçı ile gazetelere ses getiren yazılar
yazdık... Birkaçıyla birlikte bir dernek kurduk... Önemseyenler, bu konuyla
ilgilenip çok güzel çalışmalar yapanlar oldu.
Yumi, barış hareketinin bir sembolü oldu tüm
dünyada…
Şu an 50 yaşında, profesör bir doktorum. Bu yaşıma
kadar onca yıl Yumi'den bir daha mektup ya da haber alamadım. Ama hiç kesmedim
umudumu ondan. Kendisine verdiğim sözü tutmak için elimden geleni yaptım, tüm
dünyaya barışın gelmesini sağlayamasam da en azından
dünyadaki bir kısım insanı inandırdım barışın önemine. Bunları yaparken
türlü türlü dersler de aldım hayattan ve şunu anladım ki dünyayı idare
edenlerin, “denedik” deyip de gerçekten denemediği tek bir yol var, o da: BARIŞ…
Elif Naz KURT
Beşiktaş BİLSEM
Bilsem öğrencilerinin böyle başarılar elde ettiğini görmek çok güzel :)
YanıtlaSil