Yha ben aslında simitchinin
kharshisindaki bus stopda bekliyokene, dehşet güsel, çok pis bir fikrim geldi,
yane biliyomusunuz, boyle supher zeka bishi bu yha! Chaktınız mı burgeri , ay,
aman, köfteyi? Bi yazı diyrm, Turkchemiss üzerine, oki? Dilimiz
yozlashıyomush, birileri bi stop demeliymish, ben de diyim bari, hümınlık biz
de kalsın diye shey etdim. Ay, hady ne ise, uzatmiim, bi ön text yazıcam ben
shimdi, sonracıımda da 5 dakkaya bye bye yapcam size. Annashtıq on the time,
OK?.. Alo, kime diyom ben bakem, Turkche konushuyoz burda heralde, annamadınız
mı? Ama önce birkaç shey sormam lazım, OK? Yoksa qafadan kopcem birazdan…
Shimdiden yolluyom size thank yu very muchlarımı… Yes, geldik quesçın
sorularımıza:
Korkunç güzel midir; manyak çok mudur, olağanüstü veya
muhteşem midir; pis iyi midir?... Atıyorum, tutar mısınız? A oldum, B olur
musunuz? Full yaptım, shok oldum, tarzımı okeyler misiniz?...
Dil, keyfi kullanılabilecek önemsiz bir oyuncak mıdır?
Düşünme yeteneğiyle, karakterle, kültürle, değerlerle ilgisi olmayan, rastgele
oluşmuş ve bu yüzden rastgele değiştirilebilecek basit bir iletişim aracı
mıdır?
“Gün gelecek bir ilmî heyet 100, 50 hatta 25 yıl önceki
Türkçeyi aramak için bir lisan arkeolojisi kazısına başlayacak. Ve onu bulmak
için çok çalışacaktır.” diyen Burhan Felek abartmış mıdır?
Siz bu soruların cevabını bir kez daha düşünürken, bakalım
bilim adamları, düşünürler, insanlığa hizmet etmiş, önemli eserler bırakmış
şahsiyetler dil için ne düşünüyor? İşte size sadece birkaçı:
Dildendir mutluluk, dildendir değer,
Dili olmayana insan mı derler?
İnsanda dilince değişir kader:
Ya yurda baş olur ya başı gider. (Yusuf Has Hâcib, Kutadgu
Bilig’den)
Konfüçyüs’e sormuşlar: “Bir memleketi yönetmeye
çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?”
Büyük düşünür şöyle cevap vermiş: “Hiç kuşkusuz dili gözden
geçirmekle işe başlardım.” Dinleyenlerin şaşkın bakışları arasında sözlerine
devam etmiş: “Dil kusurlu olursa, kelimeler düşünceyi anlatamaz. Düşünce iyi
anlatılmazsa, yapılması gereken işler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi
yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış
yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını,
işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar
önemli değildir.”
Bir kimsenin ne söylenmesi gerektiğini bilmesi yeterli
değildir; nasıl söyleneceğini de bilmesi gerekir. (Aristo)
Bir fıçının boş mu yoksa dolu mu olduğu, nasıl çıkardığı
sesten anlaşılırsa, bir insanın da ahmak mı yoksa akıllı mı olduğu konuştuğu
kelimelerden anlaşılır. (Demosten)
Dil, aklın ayak izleridir. (F. Bacon)
Konuş ki, seni görebileyim. (Hamann)
Dil üzerine söylenmiş sözlerin, verilmiş eserlerin çokluğu
çağlar boyunca bu konuya verilen ehemmiyeti gösteriyor.
Peki dil neden bu kadar önemli?
Elbetteki bir iletişim aracı olarak hayvanların da
kullandığı dil değildir üzerinde durulan. İnsanı hayvanlardan ayıran, insana
insani özellikleri kazandıran en önemli unsurlardan biridir dil.
İnsanın dünyaya geldikten sonra kendine özgü özellikleri
kazanması sosyal bir çevre olmadan mümkün değildir. Doğuştan yatkın olunan dil,
ancak içinde bulunulan sosyal çevreyle etkileşim hâline geçilmesiyle ortaya
çıkar ve gelişir. Zaten tarihsel süreç içerisinde gittikçe gelişip ayrıca bu
süreci içinde taşıyarak nesilden nesle aktarılmasını sağlayan dil, toplumsal
yaşamın sürekliliği için de gereklidir.
Dil sayesinde yabancı olan her şey tanınır ve kavranır.
İnsan bir yandan gelişimini tamamlarken bir yandan da çevreyi, dünyayı kavrar,
düşünme eylemini gerçekleştirerek geliştirir.
Prof. Dr. Ayhan Aydın, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi
kitabında: “Dil bir semboller dizisidir. Düşünce ise bu dilsel semboller
kanalıyla şekillenen zihinsel etkinliklerin ürünüdür. Dolayısıyla dil,
düşünceyi yapılandırır. Buna göre dil ve düşünce karşılıklı etkileşim örüntüsü
içinde ve eş zamanlı olarak gelişir.” der. Filozof ve dilbilimci Humboldt da
dilin düşünceyi yaratan bir etkinlik olduğunu söyler.
“ Kelime hazineniz ne kadar zengin ise zekânızı o nispette
kullanırsınız. ” diyen ünlü şairimiz Yahya Kemal Beyatlı, ortalama 4000
kelimeyle yazıyordu. Çok başarılı eserler vermiş yazarlarımızdan Peyami
Safa’nın kullandığı kelime sayısı 4400, sanatçılığının yanı sıra araştırmacı kimliğiyle
de ön plana çıkmış Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ise 4200.
Bizse bugün 250 - 300 kelimeyle konuşuyor, yazıyor,
anlatmaya, anlamaya, anlaşmaya çalışıyoruz. Üstelik de kullandığımız
kelimelerin anlamlarına dikkat etmeden, yalan yanlış konuşuyor, yazıyor, bu da
yetmezmiş gibi kendi dilimizin kelimeleri varken başka dilin kelimelerini
aralara sıkıştırıyoruz. Köreliyor ve köreltiyoruz…
Maalesef çok yerde rastladığımız, Kemal Atalay’ın da
"Alo Türkçe Neredesin?" kitabına aldığı birkaç örnek:
“Seny Sevyyorum Türkçe!”
“CHATer CHATer Konuş Türkiye, Kapak Olsun AB’ye!”
“Youfka Yürekli, Diğerkam Türkler!”
“I’m The Best, Alayına Rest!”
Yabancı dil bilmek ne güzeldir, hem her dil ayrı bir
kültürü, farklı bir dünyayı da yansıttığından düşünce dünyamız da dahil bizim
için ne büyük zenginliktir. Ancak yabancı bir dil bilmek, o dile ait kelimeleri
her fırsatta kullanmak, kendi diline o dili tercih etmeyi mi gerektirir? Bunun
herhangi bir makul sebebi, bir mantığı var mıdır? Kaldı ki yabancı dil öğrenme
gerekliliği, yabancı dille eğitim görme gerekliliği gibi yanlış bir kanıya
ulaşmış, ana dil eğitimi ikinci plana atılmıştır. Kişinin, bir konu hakkında en
ayrıntılı, en kapsamlı şekilde düşünmesi; duygu ve düşüncelerini tam anlamıyla
ifade edebilmesi ancak doğuştan itibaren işlenegelen anadille mümkündür.
Günümüzde uygar ülkelerin hiçbirinde yabancı dille öğretim yapan bir üniversite
olmaması da üzerinde dikkatle düşünülmesi gerekli bir durumdur.
Bilim dalında birçok ilke imza atmış, Yale, Harvard, ODTÜ,
YTÜ gibi büyük üniversitelerde hocalık yapmış, dünyanın çeşitli yerlerinde
buluş ve teoremleri ile ilgili konferanslar vermiş, 26 yaşında profesör olmuş,
birçok ülkede en önemli ödülleri almış, Nobel’e aday gösterilmiş Prof. Dr.
Oktay Sinanoğlu şöyle diyor: “İnsanlar istedikleri dili öğrensinler, ama eğitim
bir ülkenin kendi diliyle yapılır. Az bilenlerin hiç bilmeyenlere öğrettiği
bilim, bilim değildir. Başka dilden okutulan bir bilim dalı ülkenizde
kullanılamadığı gibi yabancı ülkelerde de işe yaramayacak; çünkü o dili daha iyi
konuşanlar sizi geçecekler. O zaman ülkede bilim adamı yetişmeyecek, ülkeyi
başka ufuklara taşıyan kimseler de... Yabancı dili iyi konuşanlar işletmeci,
borsacı olur. Bilim ve diğerleri o dili kendi öz dili olarak konuşanlara
kalır.” Konuşmalarında, matematiksel yapısından dolayı, Türkçenin en iyi bilim
dili olduğunu da vurgular.
Bağımsızlığın önemini çok iyi bilen, bağımsızlık savaşımızda
ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk de bu konudaki hassasiyetini şöyle
belirtir:
“Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel,
en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok
sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bizde Türk dili, Türk milleti için
mukaddes bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde
ahlakının, ananelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası bugün kendi
milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk
dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.
Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli
ve zengin olması milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili dillerin
en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin.
Ülkesinin yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti,
dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
İngiltere’de bir İngiliz’in, Fransa’da bir Fransız’ın,
Almanya’da bir Alman vatandaşın diline gösterdiği hassasiyeti, Türkiye’de bir
Türk vatandaşı olarak göstermek zor mudur?
Konu bu derece mühim olunca elbet üzerine söylenenler ve
söyleneceklerin sonu gelmez. Bir anıyla yazıyı sonlandırırken “dille düşünmeye
devam” edelim.
"Paris’te metroda Hâlid Ziya (Uşaklıgil) ile Hamdullah
Suphi (Tanrıöver) birbirlerine rastgelmiş, bir hayli konuşmuşlar. Metrodan
çıkarken bir Fransız yanlarına gelmiş, mazur görülmesini rica edip, kendisinin
dillerin musikisiyle alâkadar olduğunu belirttikten sonra, bu iki yazarımıza
hangi dille konuştuklarını sormuş. “Türkçe” cevabını alınca, şimdiye kadar bu
dili duymak fırsatını bulamadığı için üzgün ve şimdi duymuş olmaktan ötürü de pek mutlu olduğunu söylemiş. ’Eğer bu istasyonda inmeseydiniz sırf konuşmanızı işitmek için sizi devam edeceğiniz istasyona
kadar takip edecektim. Ne eski bir millet olduğunuz anlaşılıyor, zira
lisânınızın bu ahenkli ve musikili inceliğine ermesi için ne uzun zamanların
sarf edilmiş olması gerekir.’ demiş."
Unutmadan, elbetteki korkunç "güzel", manyak
"çok" demek değildir; bu kelimeleri bu anlamda kullanmak,
"güzel" dilimiz ve kültürümüz için "korkunç" bir şeydir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder